Almanya’da 23 Şubat’ta yapılan erken genel seçimi Hıristiyan Birlik partileri CDU/CSU yüzde 28’in üzerinde oy alarak ilk sırada tamamladı. Yüzde 20’yi aşkın oyla sandıktan ikinci çıkan faşist Almanya için Alternatif’in (AfD) aldığı sonuç bekleniyor olsa da bu durum ülkedeki ‘aşırı sağın’ yükselişini somutlaştırması açısından dikkat çekiciydi. Seçimde oylarında tarihi bir düşüş yaşayarak üçüncü olan Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile koalisyon hükümeti kurmak için ön görüşmelere başlayan CDU/CSU, şimdilik AfD ile olası bir koalisyona kapılarını kapalı tutuyor gibi görünüyor. Fakat seçimden haftalar önce Federal Meclis’ten adeta gayri resmi bir ittifakla birlikte geçirdikleri göç karşıtı önerge ve bunun beraberinde getirdiği kitlesel eylemler, bugün hâlâ Almanya gündemini meşgul ediyor. Buna göre, bu eylemleri ‘unutmayan’ Birlik partileri, Federal Meclis’e 551 sorudan oluşan bir soru önergesi sunarak eylemlere katılan grupları mercek altına aldı. Basına yansıyan haberlere göre, burada yatan alt metin, SPD ve Yeşiller’in başını çektiği ‘sol devletin’ kendi onayladığı örgütlere kaynak aktardığı, bu örgütlerin de sonrasında onların adına eylem yaptığı iddiasıydı. Bu ise ABD’deki Donald Trump yönetiminin attığı adımlarla benzerlik taşıyordu.
AfD’nin kurulacak yeni koalisyon hükümetinde yer almayacağına neredeyse kesin gözüyle bakılırken, faşist partinin yükselişi özellikle göçmen toplumu tarafından endişeyle karşılandı. Seçim kampanyası sürecinde ‘Remigration’ (tersine göç) kavramını açıkça kullanarak yavaş yavaş ülkedeki ana akım siyasi tartışmanın merkezine çekmeye çalışan AfD ve bu kadar radikal bir yerden olmasa da ‘düzensiz göç’ karşıtı sert bir çizgide siyaset yapmayı sürdüreceğinin sinyalini veren CDU/CSU’nun oyların neredeyse yarısını alması, Almanya’da göçmen geçmişi olan kişilerin ülkeden ayrılmayı düşünmeye başlamasını beraberinde getirdi. Almanya vatandaşlığına geçtikten sonra bu seçimde ilk defa oy kullanan bir seçmen, basına verdiği demeçte, seçimden önce Almanya’da yeni bir ev almayı düşündüğünü, sonuçları gördükten sonra ise ülkeden ayrılmayı değerlendirdiğini anlattı.
Beyaz Saray’da Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenski ile ABD Başkanı Donald Trump’ın kameralar önündeki tartışmasının Avrupa için olası sonuçlarından Suriye’deki son gelişmelere ve PKK’nin Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası ilan ettiği ateşkese geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…
BİRLİK PARTİLERİ SİVİL TOPLUMA KARŞI: 551 SORULUK SORU ÖNERGESİ
Muhafazakar kardeş partiler Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU), Federal Meclis’e 551 sorudan oluşan “Devlet destekli örgütlerin siyasi tarafsızlığı” başlıklı bir soru önergesi sundu. 32 sayfalık önergede, 18 sivil toplum kuruluşuna yönelik mali desteğe dair sorulara yer verildi. Önergenin mercek altına aldığı kuruluşların arasında ‘Sağa karşı büyükanneler’ (Omas gegen Rechts) oluşumu ve araştırmacı gazetecilik platformu Correctiv gibi bir dizi kuruluş yer aldı. CDU/CSU, bütün bu platform ve oluşumların kamu kaynaklarından yararlanıp yararlanmadığı ve ilgili vergi dairelerinin ‘kâr amacı gütmeyen kuruluş’ statülerini en son ne zaman kontrol ettiği gibi pek çok soru yöneltti. nd-Aktuell’den Sebastian Weiermann, “Birlik, Trump gibi yapıyor: Sivil topluma karşı 551 soru” başlıklı yazısında, “Federal Meclis’teki Birlik grubu, önergesinde ‘ücretli Antifa’ hakkında aşırı sağcı söylemleri benimsiyor” değerlendirmesinde bulundu. Meclisteki göç karşıtı önerge oylamasının ardından düzenlenen eylemlerde CDU Genel Başkanı ve Birlik partilerinin federal başbakan adayı Friedrich Merz’in ‘faşizmin öncüsü’ olarak eleştirildiğini hatırlatan Weiermann, sundukları önergeden hareketle, Birlik partilerinin protesto gösterileri konusunda hâlâ kızgın olduğu gözlemine yer verdi. CDU/CSU’nun soru önergesiyle birlikte yaymak istediği anlatıyı “SPD ve Yeşiller’in başını çektiği solcu devlet ‘Demokrasi Yaşasın’ gibi projeler üzerinden sevdiği kuruluşlara para veriyor, onlar da sonrasında bu partiler için gösteri yapıyor” sözleriyle özetleyen gazeteci, önergede atıfta bulunulan bir ‘kanıtın’ ise Welt gazetesinde Almanya’daki ‘derin devleti’ konu alan bir yazı olduğuna dikkat çekti. Gazeteci, “‘Derin devlet’ resmi hükümetin ötesindeki güçlere atıfla kullanılır. Tarihsel olarak gizli servis komplolarına gönderme yapar. Son yıllarda ise bu terim Donald Trump tarafından komplo teorisi bağlamlarında tekrar tekrar kullanılıyor” diye yazdı. (28 Şubat)
‘İNSANLAR NEDEN TARİHTEN BİR ŞEY ÖĞRENMEDİ?’
Almanya’da bir hafta önce yapılan seçimlerde ilk defa oy kullananlar arasında sadece 18 yaşını doldurmuş seçmenler değil, yıllar önce ülkeye göç ederek Almanya vatandaşlığı almış kişiler de vardı. Hessenschau, vatandaşlık alarak bu seçimde ilk defa oy kullanan, göçmen geçmişi olan seçmenlerle konuştu. 2022 yılında vatandaşlık alan Romanyalı Paula Kons, Almanya’da son dönemde düzenlenen saldırılara işaretle AfD’nin sandıktan daha güçlü çıkmasını beklediğini belirterek “Ama yine de seçim sonucu bir göçmen olarak beni korkuttu. Kısaca söylemek gerekirse; Almanya’da bir ev almak istiyordum ama artık emin değilim” diye konuştu. 2016 yılında Suriye’den gelerek üniversite eğitimi gören ve 2022’de vatandaşlık alan Abdulmounem Alowis de seçimde ana gündem maddesinin göç olduğuna, ekonomi, bürokrasi, dijitalleşme ve iklim koruma gibi konuların üzerinde durulmadığına dikkat çekerek, “AfD’nin seçim sonucuna gelecek olursak; bu konuda iyi hissetmiyorum. Ben göçmenim, eşim de öyle… AfD’li siyasetçilerin konuşmalarını duyduğumda kendimi dışlanmış gibi, bu topluma ait değilmişim gibi hissediyorum. AfD iktidara gelirse ben artık Alman değil, sadece göçmen, ikinci sınıf vatandaş olacağım” dedi. 2015’ten bu yana Almanya’da yaşayan gazeteci Parwiz Rahimi ise şu görüşleri paylaştı: “Sonuçlar geldiğinde bu kadar insanın neden tarihten bir şey öğrenmemiş olduğunu sorguladım. Doğu’daki durum ise çok dramatik. (AfD’nin) mavi rengi buralarda oldukça hakim. Yeni hükümetin yine de entegrasyona daha fazla yatırım yapmasını umuyorum. Bu ülkede pek çok ülkeden insanlar da yaşıyor. Ben Afganistan’dan geliyorum; bazıları belki bir göçmen olarak benim sadece ikinci sınıf bir Alman olduğumu düşünüyor ama ben kendimi öyle görmüyorum. Ben burada okudum, ilk işimi burada buldum, gönüllü olarak burada çalışıyorum. Yeni yurdum Almanya ile ilgili gerçekten çok iyi hislerim var. İlerlemesini istiyorum.” (26 Şubat)
‘ARTIK ORMAN KANUNU GEÇERLİ’
Geçtiğimiz hafta dünya gündemine damga vuran olaylardan biri de şüphesiz Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ve ABD Başkanı Trump’ın Oval Ofis’te yaşadığı tartışma oldu. Haftalık siyaset dergisi Der Spiegel’den René Pfister, “Oval Ofis’te söz düellosu: Orman kanunu geçerli” başlıklı yazısında, “Donald Trump ve Vladimir Zelenski arasındaki skandal, yeni bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor: Batı’nın bir zamanlar sahip olduğu liderlik gücüne artık güven yok” değerlendirmesinde bulundu. ‘ABD yönetiminin Moskova’ya karşı savaşta Kiev’i desteklemeye hazır olup olmadığının şimdi hiç olmadığı kadar şüpheli olduğuna’ işaret eden Pfister, Zelenski’nin bundan sonra Trump ile müzakere için ortada buluşabilecekleri uygun bir zemin bulmakta çok zorlanacağına ancak Oval Ofis’te yaşananlardan yalnızca Ukrayna tarafını sorumlu tutmanın da yanlış olacağına işaret etti. Gazeteci, “Trump, müzakereler başlamadan Rusya Devlet Başkanı’nın isteyebileceği tüm tavizleri verdi. Daha da kötüsü; Trump, savaşta saldıran (Rusya) ve saldırıya uğrayan (Ukrayna) taraflar arasındaki ayrımın net olmadığı izlenimini uyandırdı. Zelenski’yi çileden çıkaran ve Avrupa için de dramatik sonuçlar doğuracak olan, işte bu garip ahlaki kayıtsızlıktı. Trump, Ukrayna’nın ABD’nin şartlarına göre bir barış anlaşmasını kabul etmemesi halinde ABD’nin Ukrayna’ya yardımı çekeceğini çok açık bir dille ifade etti” gözlemine yer verdi. René Pfister, sözlerini şöyle sürdürdü: “Trump’ın odağına sadece güç meselelerini alan dış politikası, ABD ile ilişkilerde artık hiçbir garanti ya da güvenirliğin olmadığını eski kıtaya açıkça gösteriyor. Transatlantik ittifakı öldü. Sadece tanklar ve nükleer savaş başlıklarının gücüne inanan adamların egemen olduğu yeni bir jeopolitik cangılda yaşıyoruz… Şimdi ise Friedrich Merz ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un görevi, bu yeni ve tehlikeli dünyanın cangılında liderlik etmek. Bu çok büyük ama yerine getirilebilir bir görev.” (1 Mart)
‘ESAD GİTTİ, KORKU BİTMEDİ’
Suriye’de Heyet Tahrir Şam (HTŞ) öncülüğündeki cihatçı grupların başkent Şam’ın kontrolünü ele geçirmesinin ve Beşar Esad yönetiminin yıkılmasının üzerinden yaklaşık 3 ay geçti. Yeterince kapsayıcı olmadığı dolayısıyla özellikle Kürt gruplar tarafından eleştirilen Ulusal Diyalog Konferansı’ndan iki gün sonra Şam’dan izlenimlerini aktaran gazeteci Cedric Rehman, “Suriye: Bir ülke kurtarıcı arıyor” başlıklı yazısında, “Esad’ın devrilmesinden sonraki rüya dönemi bitti. Suriyeliler hayatta kalma mücadelesi veriyor. Geçmişte yaşanan vahşetler, intikam eylemlerini besliyor. Ülkeyi kim kurtaracak?” ifadelerine yer verdi. Esad döneminde gözaltında kaybedilenlere ve işkence edilenlere dikkat çeken Rehman’ın aktardığına göre, Suriye’de halen kayıp olduğu bildirilen 150 bin kişi var. ‘Esad döneminde yasaklanan’ bir partinin destekçisi ve Alevi olduğunu anlatan bir Suriyeli, gazeteciye verdiği demeçte, Muhammed el Colani (Ahmed el Şara) yönetimindeki yeni Suriye’de güvende hissetmediğini söyledi. Hama’da aralarında hem Esad destekçilerinin hem sivillerin olduğu 39 Alevinin kaçırılarak öldürüldüğü aktarılan habere göre, yeni yönetim ‘suç unsurlarından’ bahsederek güvenlik vadederken, Suriyeli Mahar El-Abed Hama’daki Alevilerin artık evlerinden çıkmaya cesaret edemediklerini anlattı. Colani’nin ‘taktik yaptığını’ savunan El-Abed, Türkiye ve Katar’ın Suriye’yi İran’ın nüfuz alanından çıkarmak için Colani’yi önceden seçtiğine, ABD ve İsrail’in de buna yeşil ışık yaktığına inandığını söyledi. El-Abed, “Batı’nın dileklerini yerine getirmek için cihadı bırakabilecek kadar çevik, bu işi yapabilecek birini arıyorlardı” yorumunda bulunarak bunun Suriyeliler için muhtemelen biraz İslam’ı, biraz demokrasiyi karıştırarak ‘yeni bir güçlü adama’ geniş bir alan açan bir sistem anlamına geleceğini belirtti. Gazeteci Rehman da yazısında ‘yönetim değişikliğinin ardından ülkedeki korkunun yok olmadığı’ gözlemine yer verdi. (Berliner Zeitung, 27 Şubat)
‘ÖCALAN’IN ÇAĞRISI SONRASI GÖZLER SURİYE’YE ÇEVRİLDİ’
Son olarak, Abdullah Öcalan’ın İmralı Heyeti aracılığıyla yaptığı silah bırakma ve fesih çağrısına PKK’nin ateşkes ilanı ile karşılık vermesi Almanya basınında da kendisine yer buldu. Die Tageszeitung gazetesinden Jürgen Gottschlich, “PKK’nin tek taraflı ateşkesi: Abdullah Öcalan için özgürlüğün bedeli” başlıklı yazısında, “PKK 25 yıldır hapiste olan Öcalan’ın çağrısını izleyerek silahlarını bırakıyor. Mücadelelerine nihai bir son vermenin şartı ise liderlerinin hapishaneden çıkması olabilir” ifadelerini kullandı. PKK’nin ‘silahlı mücadeleye nihai olarak son verilmesi için böyle bir şart koşup koşmadığının’ cumartesi sabahı yaptığı açıklamadan net bir şekilde anlaşılmadığına işaret edilen yazıda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da cuma günü Öcalan’ın çağrısını ‘tarihi bir adım’ sözüyle tarif ettiği hatırlatıldı. Bundan sonra hangi adımların atılacağı konusunda hükümet, DEM Parti ve PKK arasında halihazırda görüşmelerin olup olmadığının da bilinmediğini kaydeden Gottschlich, şimdi ise dikkatlerin ‘Suriye’deki Kürt güçlerine’ çevrildiğini yazdı. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi’nin SDG’nin PKK’nin bir parçası olmadığına, dolayısıyla Öcalan’ın çağrısının kendileriyle alakalı olmadığına işaret ettiğini hatırlatan gazeteci, özetle şu gözlemleri paylaştı: “Ancak nihayetinde PKK kendisini gerçekten feshederse bunun Suriye’de de önemli sonuçları olacaktır. Suriye’deki yeni geçici hükümet, Suriyeli Kürtlerin milis güçlerini dağıtmasını ve ülkenin kuzeydoğusunda kontrol ettiği bölgenin yeniden Suriye devletine entegre edilmesini istiyor. Kürtler ise en azından Suriye devletindeki gelecekleri netlik kazanana kadar özerk bölgelerinden vazgeçmek istemiyor. Mazlum Abdi, SDF güçlerini bir blok halinde yeni Suriye ordusuna katmayı teklif etti; ancak, Suriye’nin geçici devlet başkanı Ahmed el Şara bunu reddetti. Türkiye’de ise PKK’nin resmi olarak kendisini feshetmesi halinde silahlarını ve savaşçılarını Suriye’deki özerk bölgeye göndereceğinden korkuluyor… Abdullah Öcalan’ın barış çağrısının gerçekte ne gibi sonuçlarının olacağının netleşmesi muhtemelen birkaç gün daha sürecek.” (1 Mart)